Dramatik yapının analizinde ileri sürülmüş pek çok görüş içinde Gustav Freytag’ın 1863’te ortaya koyduğu teknik bugün hâlâ oyun yazımı ve incelemelerinde kullanılan bir yöntemdir. Freytag, bu tekniği Antik Yunan ve Shakespeare tragedyalarını, Klasik ve Romantik dönem Alman oyunlarını inceleyerek geliştirmiştir. Temelde Aristotelesçi bir bakışı yansıtan Freytag tekniği, dramatik yapıyı beş bölüm ve üç kriz anı üzerinden yapılandırır. Freytag piramidi olarak da adlandırılan bu yapı “giriş, yükselen eylem, doruk noktası, düşen eylem ve sonuç” bölümlerinden oluşur. Ayrıca bu bölümlerin arasına yerleştirilen “kışkırtıcı etki, trajik etki ve belirsizlik etkisi” olarak adlandırılan üç kriz anı mevcuttur. Çalışmamızın içeriğini, bu bölümlerin ayrıntılı incelemesi ve kimi örneklerle desteklenmesi oluşturmaktadır. Freytag tekniğine yönelik bazı eleştiriler ise, çalışmamızın son bölümünde yer almaktadır.
Antik Yunan tiyatrosundan başlayarak 18. yüzyıla kadar uzanan süreçte, tiyatronun dili şiirsel ve ölçülüdür. Tragedyaların düzyazı diliyle yazılması gerektiğine dair ilk ciddi tartışmalar Fransa'da Trublet, Fontenelle ve La Motte gibi yazarlar tarafından ortaya atılır. Ama bu konuda asıl büyük etkiyi İngiliz oyun yazarı George Lillo'nun 1731'de yazdığı The London Merchant (Londra Taciri) adlı eseri yapar. Lillo'nun bu girişimi, Diderot ve Lessing'in çabalarıyla Kıta Avrupası'nda harekete geçirici bir etkiye sahip olur. Dram sanatındaki bu düşünsel ve yazınsal dönüşümün temelinde burjuva sınıf bilincinin gelişimi yatar. Orta sınıf seyirci tiyatroda üstün trajik kahramanları izlemek yerine kendi yaşamından günlük olayları ve sıradan kişileri görmeyi daha gerçekçi bulur. Böylelikle tiyatro sanatında kendine özgü yeni bir biçim ve anlatım tarzı yaratan burjuva sınıfı, oyun yazımında da gündelik dilin kullanılmasıyla tiyatroya farklı bir gerçeklik algısı kazandırır. 19. yüzyıla gelindiğinde realizmin ve natüralizmin etkisiyle tiyatronun hakîm dilinin düzyazı olduğu görülür. Bu makalede, öncelikle, oyun yazımında koşuk dilinden düzyazı diline geçişin tarihsel süreci incelenmiş, ardından da tiyatroda gündelik dilin kullanımının gerçeklik algısına katkıları değerlendirilmiştir. Son olarak, diyalog yazımının geçirdiği bu değişimle düzyazı dilinin tiyatro-edebiyat ilişkisine kazandırıp kaybettirdikleri üzerinde durulmuştur.
David Mamet’in tartışma yaratan oyunu Oleanna, eleştirmenler tarafından, genellikle, cinsel taciz, siyaseten doğruculuk ve akademik eğitimin sorunlarını ele alan bir çerçevede değerlendirilmiştir. Mamet’in oyunları, aynı zamanda absürt tiyatro ile geleneksel realizmin bir bireşimi olarak görülmüştür. Mamet ise tüm bu yaklaşımlara karşı çıkarak Oleanna'nın, yüksek öğrenimin kurumsal zemininde, bir profesör ile öğrencisi arasındaki eşit olmayan güç ilişkisini anlatan Aristotelesyen bir tragedya olduğunu ifade etmiştir. Bu çalışmada, Mamet’in bu nitelendirmesinin izi sürülerek Oleanna, Aristotelesyen tragedyanın olay örgüsünü belirleyen unsurlar çerçevesinde değerlendirilmektedir. Bu bağlamda, Aristoteles’in tragedya tanımından hareketle, oyunun protagonisti olan profesör John ve olay örgüsü “hubris”, “hamartia”, “peripeteia”, “anagnorisis” ve “katharsis” kavramları açısından incelenerek, John’un modern trajik bir kahraman, Oleanna'nın da modern Aristotelesyen bir tragedya olduğu düşüncesi tartışılmaktadır.
Georgetown Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde, Hukuk ve Felsefe Profesörü David Luban'ın Ariel Dorfman'ın başyapıtı "Ölüm ve Kız"ı incelediği bu makalesi, Amerikan Felsefe Derneği Kongresinin (Atlanta, Aralık 1996) "Adalet, Genel Af ve Hakikati Söyleme: Geçiş Toplumları İçin Seçenekler" başlıklı panelinde sunulmak üzere hazırlanmış ve Doç.Tufan Karabulut tarafından Türkçeye çevrilmiştir.
Telif Hakkı © 2024 Kişisel Web Sitesi - Tüm Hakları Saklıdır.
Bu web sitesinde çerez kullanılır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek, çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.